Zeki Müren: Sanat Güneşi’nin Doğuşu

Duyduğumuzda kalbimizi tekleten parçalarıyla bildiğimiz, nadide sesine gül armağan ettiğimiz Zeki Müren ‘in karakter ve yapı oluşunu size şahsi sözleriyle aktarmak isterim. Bu aktarımım bir vesile olmaktan öteye gitmemek dışında hususiyeti bulunamaz. Gelin beraber yaşanmışlıklarıyla analım..

İnce ve Narin Bir Karakter

Zeki Müren ‘in ince ve narin karakter yapısına şahit olmayan bilmeyen yoktur. Oluşumunda büyük miktarda ailesel kırgınlıkların, izlenimlerin bulunduğunu söylemek doğru olur. Kendisi empati yeteneğine küçük yaşlardan itibaren ruhen taşıdığını, anlatırken vurgulamasa bile, çıkarımı gayet tabii yapabiliyoruz.

Zeki Müren’in bu ince ruhunun başlıca sebebi annesinin babasına olan koşulsuz sevgisiydi aslında. Bursa’nın sayılı tüccarlarından olan Kaya Müren iş nedeniyle gittiği İstanbul’dan annesi Hayriye Hanım’a nadide bir hediye getiriyor. Zeki Müren, hediyenin en ince detayına kadar röportajda bir bir anlatıyor.

“Gri bir rob vardı üstünde, yakaları kırmızı biyeliydi. Şapkası da gri idi ve yanında kırmızı bir gül vardı. Gri çantanın sapı kırmızıydı. Ayakkabılarındaki gri süet pabuçların ise kırmızı halkası vardı.”

Mete akyol’un zeki müren ile röportajından.

Annesine karşı duyduğu hürmet yüceydi. Betimlemesinden önce onu “Türkiye’nin en şık kadını” sıfatına uygun görüyor ve biricik olduğunu belirtiyordu. Hayriye Hanım, Bursa’nın tek kadın berberi Osman Nuri Bey’e bu hediyeyi tamamlamak amacıyla ansızın gittiğinde karşılaştığı manzara pek bir yıkıcı oluyor. Tatar Mürvet adında Bursa’da bulunan genelev çalışanının üzerinde Zeki Müren’in titizlikle hatırladığı hediyenin birebir aynısı bulunuyor. Hayriye Hanım bunu öğrendikten sonra fenalıklar geçiriyor fakat Zeki Bey’e hissettirmeden yapılmaya çalışsa bile, Zeki Müren her olaya en yakından şahit oluyor.

Sanat Güneşi’nin Moda Zevki

Gözlem gücü kuvvetli olan Zeki Bey moda zevkiyle, ruhunun inceliğini şöyle bir anlatışla özetliyor aslında.. O dönem çocuklarda bulunan bahriyeli şapkasını, Hayriye Hanım’ın modaya uygun kırmızı güllü şapkasına benzetmek adına, şapkasının kenarına bahçeden kopardığı sardunyasını iğneyle iliştirdiğinde duyduğu duyguları şöyle tarif etmiştir:

Kenarı kırmızı sardunyalı bahriyeli şapkamla günün son modasına ayak uydurmuş olurdum. Başımda o şapkayla saatlerce eşikte oturur, annemle bütünleştiğime inanır, modayı izlediğime inanır, bambaşka bir mutluluk duyardım.

Mete akyol’un zeki müren ile röportajından.

Okunduğunda pek hoş gelen anının, ilginç bir yanına değinmeyi de unutmuyor Zeki Bey. Bu durumun bir süre sonra sahne kişiliğine sirayet ettiğini, çocukluk dönemlerinde mahalle arkadaşlarına nasıl öyle görünmek istediyse şimdi sahnede halka karşı böyle görünme isteğini özdeşleştiriyor.

Zeki Müren ve Sahne Yeteneğinin Temeli

Zeki Bey, 1931 doğumluydu. Bu birçok tarihi duruma şahitlik etmesine de vesile olmuştu. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini anlatmadan geçemiyoruz. Bu dönemlerde rakısını sofradan eksik etmeyen babası, şişe dibinde bıraktığı parmak kadar rakıyla Zeki Bey’in çocuksu sarhoş rolünü gerçekleştirmesine neden oluyor hem de ilk alkol deneyiminin sebebi oluyor.

Çocukluğunda etrafına göre benzersiz bir duyusu bulunan Zeki Müren, müsamerecilik oynarken etkilendiği masal kahramanlarını güzel benzetmeleriyle şenlendirirmiş. Üstelik kitaplarda belirtilen kişilikleri hayallerinde yaşatmakta ustaymış, belirttiği üzere:

“Ya Kaymak Tabağı?…O, sözüm ona, kitabın da etkisi altında kaldığınızı hatırlıyor musunuz?”

“Çok enteresandır bu, bakın anlatayım. Kaymak Tabağı’nda Fettah diye bir tip vardı. Onu hayalimde nasıl canlandırdımsa, hala o tipi yaşatırım hayalimde..”

“Nasıl bir tip idi o Fettah?”

“Çok hırpalayan, çok seksi, çok görülmedik derecede güçlü, yani boğa gibi bir şey… O Fettah’ı hayal etmiştim o çocuk çağımda. Sonra da hep o tipi yaşattım hayalimde..”

Tabii ki bu anlattıklarımızın yanında eğitim sürecini de oldukça başarılı geçiriyormuş Zeki Bey. Hüzünlü anıya sebep olacak bir olayda yaşıyor başarının yanında. Babasına on bir yaşında gösterdiği iftihar listesine girişini, babasından beklemediği tepkiyle alınca “İlk kırgınlığım odur babama karşı..” diyerekten anıyor.

Eşsiz Sanat Anlayışı ve Fikir Yapısıyla Zeki Müren

Yaşadıkları katlanarak ve ilerleyerek hep devamla gelişimini tamamlamış. Olaylar onun hayati görüşünde kenarda köşede kalmak yerine olgusal olarak kat atmayı unutmamış. Bu Zeki Müren’in eşsiz sanat anlayışına ve fikir anlayışına yansımış. Asırlık sanatçı olmak için gerekli nedenleri kendisine ceket olarak giymiştir. Cinsel kimlik yapısını sahiplenmesinde bile ayrılıkların ona işlenmez bir zırh olduğunu, anlayışın temel bir insani görev olduğunu topluma aşılamaya çalışmıştır. Kapalı görüşün onun nazarında faşist bir durum ortaya çıkardığı birçok sohbetinde içerir. İnsanların yaşama ve yaşamak hakkının savunulmasında sanatçı kimliğini, sahne kimliğini güzelce kullanmıştır.

Aşka ve Cinsel Kimliğe Olan Bakış Açısı

Mete Akyol‘a gazete röportajında verdiği “cinsel kimlikle” ilgili fikrine bir bakalım:

Aslında dört duvar arasında kalan ve topluma, insanlığa zarar getirmeyen insan özellikleri, menfi olarak eleştireceği yerde özel hayata saygı duyulup, normal olarak kabul edilmelidir… Dört duvar arasında kalan özellikler ki bunlar Tanrı’nın çizdiği kader ve yaratıcılıkla ilgilidir, kişinin yalnız ve yalnız kendisini ilgilendirir.

mete akyol-zeki müren röportaj

Karmayı hepimiz biliriz. Karmaya inanan kesim fiiliyatının sonuçlarının iyi veya kötü şekilde kendisine döneceğini bilir. Zeki Müren’in insana, unvan ve makam gibi formaliteler dışında, insan olarak benci olarak düşünüş tarzına etkilenmemek elde değil. Bu durum her duyguyu çoşkun bir şekilde yaşatmasına sebep olmuş. Her bireyin hayatında yön, yol olan sevgi ve aşk hakkında kendisinin de pek manidar yorumları bulunuyor.

Sanat Güneşimizinaşk” ile ilgili nadide fikrine bir bakalım:

Ben sekiz sene, 1962’den 1970’e kadar, büyük bir sarhoşluk içinde bir aşk yaşadım. Allah bana bir daha öyle aşk nasip etmesin. Çünkü bu kalbim dayanamaz aşkın öylesine. O günlere dönüyorum, düşünüyorum da… O nasıl bir çileymiş. Acılı bir yemek gibi. Yemeğin acılısını bilmiyorum ama, aşkın acısını tattım, aşkın acısını çok iyi biliyorum. Düşünemiyorum, hayatta öylesine bir aşka ikinci kez katlanabileceğimi. Onun için, âşık olmak için değil, olmamak için Tanrı’ya yalvarıyorum. Çünkü aşkın yaşı yok. Hem sonra insan çiçeği de sevmeli, güzel renkli kelebeği de sevmeli, güzel kanaryayı da sevmeli, güzel bir denizi de güneşli bir günü de sevmeli, belki yağmurlu bir günde de yaratan varlığı sevmeli. Yani Yunus Emre’nin felsefesine tapıyorum.

RADİ DİKİCİ’NİN ‘ZEKİ MÜREN’ ADLI KİTABINDAN

“Hiç aşık oldunuz mu?” , bu linkte izleyebileceğiniz küçük kesitte bile dürüstlüğünü, doğruluğunu nadide bulunan diksiyon ve mimiklerini görüyor musunuz? Sizce birçok iltifat az bile gelmiyor mu?..

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Önceki

Забава на клубе jetspin.ru/ Vulcan 24 во Лас-Вегасе

Sonraki

Çağ Kapatıp Çağ Açtığımız O Gün