Başlamak

“Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlamaktadır ya bir insan yolculuğa çıkar ya da bir şehre bir yabancı gelir.” der Tolstoy. Kendine kendinden daha yabancı kimseyi bulamayan insanın bir hikâyeye dahil olması çok zor olmasa gerek. Milyonlara gölgesinde serin bir huzuru vaat eden dinlerin o kutsal besteleri bu baki kubbede hoş bir sadâ olarak devam ederken, her din kendine bir başlangıç tayin eder. Oku, ilk emir olabilir kimilerince, diğeri de önce sev der.

Önce söz vardı diyen milyarların söz dinlemeyi pek de beceremeyen kitlelere sahip olması nereden bakarsanız bakın iyi bir başlangıçtır. Dinle diye başlayan ve naifliğin senfonisini yüzyıllardır ortaya koyan sanatkarane ve derinlemesine oluşturulmuş o ayinlerin hoş başlangıçlarını bilirsiniz. Halihazırda bir başlangıcın iyi veya kötü olmasının pek de bir önemi yoktur. Zira iyi insan her zaman acemidir ve iyi yazarın kötü üretim yapma hakkı vardır.

Başlamak Bitirmek ve Betimleme

            Babil’in tanrılara uzanan kulesinin ilk tuğlasını koyan başlatmıştır insanların birbirlerini anlayamamasını. O kadar büyük yapılmıştır ki insanlar önce kendi içlerinde ardından kulenin içerisinde kaybolup yeni dillerin tahakkümü altında kalmış ve birbirlerini anlayamamışlardır. Babil ile Bible’ın aynı kökten geldiği hatta Bibliyografi, bibliyofil gibi kelimelerle akraba olduğunu biliyor muydunuz? Bibliyofil, kitap okuma hastalığı derler, insanın aman dileyesi gelmiyor.

            Her hikâyenin başladığı o buruk ilk cümle yepyeni bir seyahate çıkarabilir. Dikkatli olmanız gereken nokta başladığını yeri bilmektir. İnsan her ne kadar inkâr etse portesini kaybetmiş sol anahtarıdır. Hangi kapıyı açacağını ararken bir bestenin içerisinde silinir gider zamanla. Yasak elmadan yahut o büyük patlamadan bu yana acıyla hemhal olan bizlerin en büyük derdi de dertsizlik olmuş zamanla. O ateş kırmızısı elmanın kekremsi tadından yer çekiminin elma kokulu kollarına ya da ateş kırmızısı bir noktanın evreni yaratmasından tapılacak derecede için için yanan ateşe (ki türkü yakmak derler, yakılan bir şeymiş gibi) yahut safi kaosun hâkim olduğu mitolojik başlangıçtan bu yana insanın her nefesi yeni bir başlangıçtır.

            Ağzı bira ve sigara kokan çoğu yeni yetmenin manifesto yaparcasına izlediği (ama bu filmin bir zamanlar kitap olup olmadığını bilmediklerinden okumadıkları) Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü “Ağzında bir silah varken ve silahın namlusu dişlerinin arasındayken, sadece sesli harflerle konuşabilirsiniz.” Diyen Tyler Durden’ın o kaçık sözleriyle başlar hatta o kadar güzel başlar ki ağzınızda o soğuk metali hissedersiniz. Başlangıçların önemli olmadığı ama ne kadar değerli olduğunu anlatır gibi.

            İlk adımı atarak başlayan bütün seyahatler eninden sonundan adımı attığınız yerin altında biter. Nereden gelip nereye gittiğinizin ya da hedefinizin sisler altında göz onunda bulundurduğunuzda keyif almanız gereken şeyin iki nokta arası olduğunu anlarsınız. Gerçi hayat dediğimiz şeyin tamamı iki şey arasındandır. İki kapılı hanın arası, iki nefes arası, iki ışık arası, gecenin ve gündüzün arası… ölmek olarak adlandırdığımız şeyse döngüden çıkmaktır.

            Hayata yeni başlayan bir çocuğun renk kartelası misali gördüğü dünya hatta neredeyse her şeyi silüet olarak tanımladığı ne varsa onu o yapan şeyleri belirler. Konuşmaya başladığı an nerede doğdu ise oranın ağzıyla hayatına devam ederken, attığı ilk adım nereye gidiyorsa diğerleri de o adımı takip eder.

            En nihayetinde başlamanın o büyülü hissi öyle ya da böyle bir deneyimdir. Her ne kadar deneyimin etkisi hızla azalsa da kalkıp bir şeylere başlamak, bir şeylerin başlamasını beklemekten daha iyidir. Düşünmek Krishnamurti’nin dediği gibi geçmişin işidir. Eylem ise şimdinin işi. İnsanın hayatının koca bir bugün olduğunu fark ettiğimizde, elinizde iki nefes aranızdan başka bir şey kalmaz.

O yüzden kalkmalı ve bir şeylere başlamalı uzun süredir aklınızda tuttuğunuz o yazıyı yazmalı ki Murathan Mungan bu konuda şöyle der; “… yazıp da düşlediklerinizin ne kadarını yazabildiğinizi görmektense, “bir gün yazdığımda nasıl müthiş bir şey olacak kim bilir?” diyerek kendinizi geleceğe ertelemeniz daha heyecan vericidir.” ama siz yine de yazın, yıllandırdığınız filmleri izleyin ve aklınızda fotoğraflar çektiğiniz o yerlere gidin. Üstünüze başınıza hayat bulaştırın ki başladığınıza tamamen ikna olun.

Başlamak

            Hülasa hayatın ne zaman biteceğine karar veremediğinizden dolayı yapabileceğiniz en mantıklı şey başlamaktır. Kim bilir belki avucunuzdaki kelebek büyük fırtınalara gebedir.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse Elinizde Olmayanlar  yazımıza bakabilir. Ayrıca bizi Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz.

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Önceki

Geleceğimizi Kendimiz Belirliyor Olabilir Miyiz: Kendini Gerçekleştiren Kehanet

Sonraki

Theseus'un Gemisi Paradoksu