Şimdi size bu yazıyı okuduğunuz tabletlerin, cep telefonlarının, bilgisayarların bir ruhu olduğunu söylesem buna inanır mısınız ya da kitaplarınızın, kıyafetlerinizin hatta bütün varlıkların canlı olduğunu söylesem bir deli gözüyle mi bakarsınız bana?
Öyle bakmayın, çünkü bir zamanlar böyle düşünenler ve hatta bunu bir inanç biçimine getirenler bile vardı. Animizm, daha bilinir adıyla Canlıcılık; doğadaki her canlının bir ruhunun olduğunu kabul eden ilkel bir inanç biçimidir. Animizm hakkında bilgi sahibi olan animistlere göre bütün varlıklar canlıdır. Toprağın, suyun, hatta doğa olaylarının ve eşyaların bile bir ruhu vardır. Bu kuram günümüzde antropolojik ve etnolojik olarak etkisini yitirmiştir. Bu kurama göre can ya da ruh düşüncesi; uyku ve uyanıklık durumunun birbirine karıştırılmasıyla ortaya çıkmıştır. İlkel insanlar uykuda gördüklerini, uyanıkken gördükleriyle bir tutarlar. Yani bir nevi rüyalarını gerçek yaşanmışlık olarak kabul ederler.
Animizm’de rüya ile gerçek ayrımı yoktur
Örneğin ilkel insan rüyasında bir yeri gezip dolaşmışsa, uyandığında kendini oraya gerçekten gitmiş olarak sayar. Buradan da şu sonuca varırlar; onlar uykudayken ilkel bedenlerinden ayrılıp gezintiye çıkan ve birtakım eylemlerde bulunmaya devam eden bir ruh vardır. Bu içlerinde varsaydıkları ikinci varlıklar, daha yumuşak ve akıcıdır. Animizm ‘i destekleyenler bu kanıya, ruhların ağız ve burun deliklerinden girip çıktıkları düşüncesi sebep olmuştur. Bu ruhlar gezip dolaşabildiklerine göre, bu sıradaki eylemlerinin de değer yargılarında ve ahlakta yerinin, değerlendirmesinin olması gerekir. İşte bu noktada bu inancın dinlerle bağlantısı açığa çıkar. Bu ruhlar gezintileri sırasında iyi ve kötü edimlerle bulunabilirler. Ruhun yaptığı kötülük, ruhun sahibine yansır. Yaptığı tüm iyi işler de yine sahibine aittir. Bu bağlamda ‘’ruh’’ ve ‘’tin’’ aynı anlama gelmez. Ruh, ölünce tine dönüşür. Yani insan bedeninden tamamen ayrılıncaya, dolayısıyla insan ölünceye dek ruhlar, tinler olarak görülmez. Ölen kişinin ruhu ise onun ölümünden itibaren bir tindir.
Ruhların tine dönüşmesinden sonra bir Tanrı’ya dönüştüğüne inanlar da vardır. Bu ruhlar ya da tinler; canlı insanlara girebildikleri gibi taşa, toprağa, ağaca, bitkiye de girebilmektedirler. Bu da demektir ki her şey canlıdır, dolayısıyla her şeyin bir ruhu vardır. Bu inanış biçiminde öbür dünya, başka alem kavramı mevcuttur. Tinler, burada yaşarlar. Orada her şey tersinedir. Bizim gecemiz onların gündüzüdür, bu nedenle yeryüzüne geceleri gelirler; geceleri onlarla karşılaşmak tehlikelidir.
Türkler ve Animizm
Türkler, en uzun süreli inançları olan Gök Tanrıcı inancı içerisinde Animizm ’i de barındırmışlardır. Türklerde toprak ve su önemli bir yere sahiptir. Hatta suyu bir kült haline getirip, inançsal bir değer niteliğinde görmüşlerdir. Kamlar, dua ederken Gök Tanrı yanında bu inanç kültlerinden de yardım isterlerdi. Hiç şüphesiz bu kültler, Türkleri de bir zamanlar su gibi, toprak gibi varlıkların canlı olduğunu düşünmeye itmiş ve onlara Animizm ’i yaşatmıştır.
Bütün bu öğrenilen bilgilerden sonra çocukluğumuzda cansız varlıklara canlı gibi davrandığımız günler geliyor akla. Evet belki bunları bir oyun olarak yapıyorduk ve canlı olmadıklarını bildiğimiz dönemler de oldu ama kültür aktarımı yüzyıllar boyu gelişen, farklılaşarak aktarılan bir olay. Bu nedenle oyun biçimimizin de yüzyıllar öncesinden gelen kültürel kodlarımızla ortaya çıkmış olabilme ihtimali çoğumuza oldukça mantıklı gelecektir. Öyle değil mi?
Yazı hakkındaki düşüncelerinizi aşağıdaki emojilere tıklayarak belirtebilir ve yorum yapabilirsiniz. Diğer yazılarıma da buradan ulaşabilirsiniz.