Anadolu’daki Sanat’ın Tarihine Ufak Bir Yolculuk

Anadolu coğrafyası jeopolitik konumunun ve bereketli topraklarının oluşturduğu cazibe ile yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bu topraklar uğruna yapılan büyük savaşlara sahne olmuştur. Ayrıca Anadolu’nun konumlandığı coğrafyanın önemli ticaret yolları üzerinde yer alması pek çok kültürün birbirinden etkilenmesine neden olmuştur. Tüm bu nedenler nedeniyle Anadolu ‘’Medeniyetler Beşiği’’ olarak adlandırılmakta. Bu medeniyetler beşiğindeki uygarlıkların Anadolu’da kurulan ve ilk çağlarda yaşamış olanlarına ufak bir değinerek ilk çağdaki sanat tarihlerine ufak bir yolculuk yapalım.

anadolu

Anadolu’nun Tarihi

M.Ö 2000 – 1200 yıllarında Anadolu’ya yerleşen Hititlerin başkenti Hattuşaş (Çorum-Boğazköy)’tır. 1200’lerden sonra Ege’den gelen göçlerle gücünü kaybeden Hititliler, Torosların Güneyiyle Suriye arasındaki bölgede, M.Ö. 700’e kadar varlığını sürdürmüştür. Bu dönem Geç Hitit Dönemi olarak adlandırılır. Geç Hitit dönemine değinecek olursak şunları söyleyebiliriz: Bulunduğu konumdan kaynaklı olarak şehirlerin etrafı surlarla çevrili olan bu dönemde, idari ve dinsel yapılar şehirin göbeğinde citadel (kale) ile korunan ana bölüme yapılırdı.

Bu yapılar şehrin tabanından biraz daha yüksekte yapılmaktaydı. Şehirler ise belli bir mimari düzen içerisinde planlanırdı. Kentler, saraylar, caddeler, anıtsal merdivenler, ve meydanları ile birlikte bir bütün olarak planmıştır. Saraylar bir avlu çevresine yerleştirilmiş birbirlerini bütünleyen yapılardan oluşmuştur. Bununla birlikte Hilani adı verilen girişi sütunlu ve dikdörtgen planlı bu yapılar dönemin özgün bir mimarlık örneğidir.

Geç Hititlerin en önemli özelliklerinden birisi mimari ile yontuculuğun birlikte kullanılmasıdır. Sur duvarlarındaki kapılar ve saray cephesindeki kaplamalar taş bloklarla yani ostostadlar ile kaplanmıştır. ( Kerpiç yapı tekniğinde su basman seviyesi üzerine yerleştirilen büyük taş bloklardır. Kerpiç duvarların temelinin sağlam olmasını sağladıkları gibi, aynı zamanda üzerine kabartma resimler yapılarak süsleme unsuru olarak da kullanılmıştır.) Bu yöntemle hem doğa şartlarından korunma, hem de süsleme amaçlanmıştır.

Hitit İmparatorluk döneminin eserleri olan Alacahöyük kabartmalı ortostatları, bu tür yapıtların en güzel örneğidir. Geç Hitit şehir krallıkları kültürünün ortak bir karakteri de Hitit hiyeroglif yazısıdır. Artık Hitit çivi yazısının kullanılmadığı du dönem kabartmalarında Hitit hiyerogliflerinin yer aldığı görülmektedir. Kargamış kabartmalarının yanı sıra Andaval kabartmasından, Sultanhanı (Kayseri) ve Köylütolu stellerinde (Yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan bir yapıttır.) görmek mümkündür.

Dini nitelik taşıyan Hitit sanatında, Mezopotamya ve Mısır sanatının etkileri görülür. Hitit sanatı ancak Büyük Krallık Dönemi’nde özgünlük kazanmıştır. Bu dönemde egemenliği altına girmiş olan çeşitli Ön Asya şehirlerinin de Hitit sanatından etkilendiği ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır. Hititlerde, dinî anlayış maden ve seramik sanatına ait eserlerde de kendini göstermektedir. Altın ya da tunçtan yapmış oldukları güneş kursları ve hayvan şekilli âlemler, bir sopanın ucuna takılarak rahipler tarafından törenlerde kullanılmıştır.

Hititlerde dinî anlayış çanak çömlek yapımında da kendini göstermiş ve dinî işlevi olan çanak çömleğin yapımına özel bir önem verilmiştir. Bibru dedikleri hayvan şeklinde törensel kaplar ile fırtına tanrısı Şarruma’nın iki boğasını tasvir eden heykel biçimli kaplar (riton), bunun en özgün örneklerindendir. Bir başka önemli çanak çömlek grubunu, libasyon testileri diye adlandırılan ve tanrılara içki sunma işlevi taşıyan kaplar oluşturmaktadır. Bu testilerin en belirgin özelliği, gaga ağızlı olmalarıdır. Çok zengin ve renkli süslemelere sahip olan Hitit seramiklerinde koç, aslan ve boğa gibi hayvan tasvirleri sıklıkla kullanılmıştır.​

Hepimizin tarih derslerinden bildiği Anadolu’da yaşamış olan bir diğer uygarlık Frigyalılar’ın kurulduğu yer ise Ankara’nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion’dur. Diğer önemli yerleşim merkezleri arasında Ankuva (Ankara), Alişar (Yozgat), Kültepe (Kayseri), Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya sayılabilir. Eski Hitit yerleşkelerinde yaşayan Frigler, Hitit uygarlığından etkilendiler ve kendileri de güçlü bir uygarlık yarattılar. Frig sanatı, Hititlerin yanı sıra Urartu, Asur ve Eski Ege uygarlıkları sanatının da izlerini taşır. Frigler, kaya anıtları çeşitli insan ve hayvan motifleriyle bezediler. Tanrıça Kibele için yaptıkları tapınakların duvarlarını, pişmiş topraktan levhalarla süslediler. Frig mimarisinin ve mühendisliğinin en önemli ürünü M.Ö. 8.yüzyılda inşa edilmiş olan başkent Gordion’daki kaledir. Kale, M.Ö. 4.yüzyıla kadar ayakta kalmıştır.

Kalenin anıtsal bir kale kapısı vardı. Kalenin içinde ise megaron denilen dikdörtgen yapılar ve krallık sarayı bulunuyordu. Yapıların içinde çakıl taşı mozaik döşemeleri vardı. Frigler aynı zamanda bu bezemeci döşeme yönteminin de mucididirler. Maden ve ağaç işlemeciliğinde de gelişmişlerdi. Yapılan arkeolojik kazılarda makara kulplu bronz tabaklar, kazanlar, altın, gümüş ve bronz yaylı çengelli iğneler, değerli madenlerden giysi kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli dokuma ürünleri, ahşaptan ve seramikten hayvan heykelcikleri ve geometrik desenlerle süslü ev eşyaları bulunmuştur. Özellikle çengelli iğne (fibula) yapımında kullandıkları teknolojinin o döneme göre çok ileri olduğu görülür. Frigler dokumacılıkta çok ustaydılar.

Günümüzde Anadolu kilimlerindeki ve diğer Türk devletlerindeki binlerce yıllık motiflerin, Frig motiflerinde de var olmasının nedeni, halen çözülememiştir. Belki de bizlere onlardan miras kalan bir şeydir kim bilir ? Friglerin müzik alanında da ileri oldukları ve birçok müzik aleti geliştirdikleri bilinmektedir. Frig kültürünün en önemli özelliği ise tümülüslerdir. Bunlar, M.Ö. 8.yüzyıl ile M.Ö. 6.yüzyılın ilk yarısı arasında yapılmış yapay mezarlardır.

Sayıları yüz civarındadır. Friglerden önce bu yapılar Anadolu’da görülmemiştir. Tümülüslerin içindeki oda mezar, ana zemin üzerine inşa edilmiştir. Ankara Polatlı’da ise 125 Tümülüs bulunmaktadır. Friglere ait yazılı belgeler ise M.Ö. 8.yüzyıl ile M.Ö. 4.yüzyıl arasındaki dönemden kalmadır. Bugüne kadar ele geçen yazılı metinler sayısı az ve içeriği de kısa olduğu için tam olarak çözülememiştir. Ancak Frigler’in Hint-Avrupa kökenli bir dil konuşmuş olduklarını söyleyebiliriz.

Parayı bulmalarıyla bildiğimiz Lidyalılara bakıyoruz şimdi de: Friglerin zayıflamasıyla, Kral Giges önderliğinde başkent Sardes (bugünkü Salihli) olmak üzere kendi devletlerini kurmuşlardır (MÖ 687). Sardes yakınında bulunan Paktalos Çayı’ndan (Sart Çayı) çıkarılan elektronu (gümüş-altın alaşımı) kullanarak kraliyet tarafından ağırlığı ve değeri garanti altına alınmış ilk parayı kullanmaya başlamışlardır. Krallıkla yönetilen Lidyalılar, askeri açıdan güçlü olmadıkları için Pers saldırılarına dayanamayarak MÖ 546 yılında yıkılmıştır. Lidyalılar mimaride Frigya geleneklerini geliştirerek devam ettirmişlerdir. Çevresi güçlü surlarla çevrilmiş olan başkent Sardes; içinde saray ve resmî binalar ile altın arıtma atölyeleri, dükkânlar ve pazar yerleri bulunan antik bir şehirdir.

Ölüler için Friglerdeki gibi tümülüsler ve kaya mezarları yapan Lidyalılar, dini hayatlarında da Kibele inancını benimsemişlerdir. Tapınak ve tümülüslerdeki bu ihtişama karşılık halkın yaşadığı evler oldukça sadedir. Lidya evleri taş temel üzerine kerpiç duvarlı, üzerleri sazlarla örtülmüş, tek veya iki odadan oluşan, dikdörtgen planlı konutlardır. Lidyalılar el sanatlarının zenginliği yönüyle diğer Anadolu uygarlıklarından daha ileri seviyededir. Bunda Lidyalıların Paktalos Çayı’ndan bol miktarda altın ve gümüş elde etmesi önemli bir etkendir.

Bu nedenle Lidya sanatında anıtsal ölçüde heykellerin yerini; altın, gümüş, fil dişi işlemeciliğine dayalı küçük el sanatları almıştır. 1960’lı yıllarda Batı Anadolu Bölgesi’nde yapılan kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılan ve daha sonra ülkemize iade edilen eserler, Karun veya Lidya Hazineleri olarak tanınmıştır.

Lidya Hazineleri adı altında sergilenen eserler; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış çeşitli kaplar, takılar, figürinler, mühürler, duvar freskleri ve mermer sfenkslerden oluşur. Bu eserlerin çoğunluğu Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir. Lidyalılardan günümüze heykel ve kabartma sanatı ile ilgili pek fazla eser kalmamıştır. Bununla beraber Manisa yakınlarındaki Spil Dağı’nın eteklerindeki kayalığa oyulmuş ve Ana Tanrıça’yı oturur durumda gösteren kabartma, Lidya heykel ve kabartma sanatının en önemli örneklerindendir.​

Son olarak medeniyetler beşiğindeki belki de çoğumuzun felsefe dünyasından bildiği Thales, Anaksimandros gibi filozofları çıkartmış İyonyalılar ve  başkenti Tuşpa olan Urartu medeniyetinin sanat tarihlerine de bir göz gezdirelim: Doğu Anadolu’da Van Gölü çevresinde toplanan Urartular, M.Ö. 9 ve 6. yüzyıllar arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bulundukları bölge tarıma elverişli olmadığından hayvancılıkla uğraşan Urartu uygarlığı, M.Ö 550 yıllarında İskit ve Med uygarlıklarının saldırılarından  dolayı son bulmuştur.

Asurlar’dan etkilenen Urartular sanat konusunda da Asurlular’dan nasiplerini almışlardır. Çok tanrılı bir dine mensupturlar ve coğrafi bölgesinin dağlık olmasından dolayı coğrafi bölgeye uygun yapılar, dağlık alanlara yapılar inşaa etmişlerdir ve Tuşpa ve Çavuştepe Kalesi, uygun bir örnek olarak gösterilebilir. Tapınak ve saraylarda kullandıkları apadana adlı çok sütunlu kabul salonları da onlara özgü bir yapıdır. Yapılan kalelerin dışı oldukça güçlü surlarlar çevirilmiştir. Bölgede bulunan madenlerin zenginliği konusundan şanslı olan Urartularda bakır,gümüş,demir, gibi madenlerle kemerler, kabartmalar, kazanlar yapmışlardır.

Ekonomi, siyaset, din gibi konuların konuşulduğu tapınaklar ( Tanrı Haldi ve Açıkhava Tapınağı) yine Urartulara aittir. Önde gelen kişilerin mezarları oldukça önem taşımaktadır ve inşa edilen lahitlere ölüler yerleştirilerek, ölümden sonraki hayata inandıklarından bazı eşyalar, yapılan kazılarda mezarlarda bulunmuştur. Aynı zamanda urne denilen, (Ölüleri yakarak urne adı verilen küplere koymak.) gelenek de Urartulara aittir. Ne kadar Mezopotamya uygarlıklarından etkilenseler de zamanla kabartma ve heykel, resim gibi alanarda da özgün işler çıkartarak, Tanrılar ve Tanrıçaları tasvir etmiş ve aynı zamanda hiyeroglif yazısını kullanmışlardır.

Son olarak İyonya’ya baktığımızda da daha çok bilim,sanat,felsefe ve liman kenti olduğundan; ticaret gibi alanlarla uğraştıklarını söyleyebiliriz. Mimari ve heykelcilikte iyi işler ortaya çıkarmıştır. İyonyalılar’da hepimizin kafasında canlandırabileceği ince uzun yapılmış tapınak sütunları bulunur. Antik Yunan ve Roma Mimarilerinin vazgeçilmezi olan frizler, yine ince uzun bir halde olup üstleri kabartmalarla süslenmiştir. Dünya’nın 7 harikasından biri kabul edilen Efes’teki Artemis Tapınağı, Sisam Adası’nda bulunan Hera Tapınağı ve Didim’deki Apollon Tapınağı İyonyalılara aittir.

Sanat tarihi ve gerek diğer alanlarda olsun insanlığa yaptıkları katkılardan dolayı yazılacak, araştırılacak ve belki de kazılacak şey çok. Üstünde yaşadığımız bu bereketli topraklar ise belki de bilmediğimiz onlarca güzellik ve kim bilir günyüzüne çıkmayı bekleyen eserlerle dolu. Son olarak değerini ve zenginliğini anlayabileceğimiz, koruyabileceğimiz güzel Anadolu ile nice yarınlara demek düşüyor bizlere de sanırım.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse ETNİK MÜZİK: EUROVISION’DA ESKİMEYE YÜZ TUTMUŞ TREND yazımıza bakabilir. Ayrıca bizi Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz.

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Önceki

Hıdırellez: Ortak Medeniyetlerde Filizlenip Dünya’ya Saçılan Kültür

Sonraki
kapak fotoğrafı

YAPAY ZEKA BİZİ YENEBİLİR Mİ?