20. yüzyılın en büyük kadın edebiyatçılarından olan; özel hayatı, eserleri ve ölümü ile hem döneminde hem de günümüzde hakkında çok fazla konuşulan bir kadından bahsetmek istiyorum sizlere: Sylvia Plath.
Sylvia Plath’in Hayatı
1932 yılında Alman bir baba ve Amerikalı bir anneden, Amerika’nın Massachusetts eyaletinde doğuyor Sylvia Plath. İlk şiirini de 1940 yılında yani evet tam olarak 8 yaşında bile değilken- babasını kaybettiğinde yazıyor.
“yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya,
yeniden doğuyor açınca gözlerimi,
kafamın içinde yarattım seni galiba.”
Çocukluk yıllarında hayatı boyunca mücadele edeceği manik depresif bozukluk giriyor hayatına. 1950 yılında bursla girdiği Summer College’deki eğitimine devam ederken ilk intihar girişiminde bulunuyor. 3 yıl kadar bir akıl hastanesinde kaldıktan sonra eğitim hayatına geri dönüyor ve aldığı burslarla eğitimini Cambridge Üniversitesi’nde devam ettiyor. Hem hayatının aşkı hem de mutsuzluğu olacak olan İngiliz şair Ted Hughes ile de burada tanışıyor zaten, 1956 yılında da evleniyorlar. Plath hamile kaldıktan sonra çift önce Londra’ya ardından da North Tawton’a yerleşiyor. Çiftin, Sylvia’nın kıskançlık krizleri ile başlayan büyük sorunları da bu döneme tekabül ediyor.
Çünkü çiftin artık iki çocuğu vardır ve Ted de Sylvia’yı ihmal etmeye hatta aldatmaya başlamıştır. Bununla birlikte Sylvia kendisini evlendikten sonra yaratıcılık açısından gerilemiş ve kısıtlanmış hisseder. Hayatının aşkıyla evlendiğini düşünürken birden mesaisi sabah 4’te başlayan, bütün işi çocuklarıyla ilgilenmek olan, üstelik kocası dışarıda gezip kendisini aldatırken o evde kocasını beklemeye mahkum olan bir kadına dönüştüğünü düşünmektedir.
1961 yılında Sylvia ve Ted’in arası ihanet sebebiyle iyice açılır. Bu ihanetin mimarlarından biri Ted diğeri ise şair Assia Wevill’dir. Eşi ile birlikte Plath ve Hughes çiftine komşu olan Assia Wevill ile Ted Hughes arasında başlayan çekim bir süre sonra bir ilişkiye dönüşmüştür. Ve bu ilişki Sylvia Plath için bardağı taşıran son damla olmuştur.
Günlüklerinde ‘Başkasını öldürmek için fazla iyi biriydim. Kendimi öldürmeyi denedim..’ diyen Plath 11 Şubat 1963 günü çocuklarının kurabiyelerini ve ılık sütlerini hazırlayıp odalarına koyduktan sonra odanın kapısını kapatır ve kapı aralıklarını dikkatlice bantlar. Bu defa şansa pek yer bırakmak istemeyecek olmalı ki intihar yöntemi olarak fırının gazını açmayı ve kafasını fırından içeri sokmayı tercih eder…
Yıllar sonra Hughes Sylvia’nın intiharı için; ‘önlenemez bir intihardı…’ diyecektir.
Suyu Geçiş, Günlükler ve Sırça Fanus yazarın Türkçeye çevrilmiş eserlerinden birkaçıdır. Ancak Plath’in en önemli ve en meşhur kitabı olan Sırça Fanus 1963’te Victoria Lucas takma adıyla yayınlanmıştır. Ancak Plath’in intiharından sonra kitap yazarın adıyla tekrar basılmıştır. Sırça Fanus için Plath’in yarı otobiyografik hayatı da diyebiliriz. Çünkü kitabın baş karakteri olan Esther Greenwood da Sylvia gibi bir şairdir, babasını 8 yaşında kaybetmiştir, ruh sağlığı zaman içinde gittikçe bozulmaktadır ve defalarca intihar girişiminde bulunmuştur. Sylvia Plath’i ve kendi ölümüne yürüdüğü hayat öyküsünü daha iyi anlayabilmek için Sırça Fanus referans niteliğinde bir kitaptır da denebilir.
Plath’i daha yakından tanımanın bir başka yolu da Christine Jeffs yönetmenliğindeki Sylvia filmini izlemektir. 2004 yapımı olan bu film 30 yaşında intihar eden bu ölümsüz şairin hayatını bize doğru bir sıralama ve olay örgüsü içinde izletmektedir.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse Stefan Zweig yazımıza bakabilir. Ayrıca bizi Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz.