Hayata Çocukların Çerçevesiz Penceresinden Bakan 10 Çocuk Kitabı

Yeryüzünde çocuğun ya da çocukluğun hiç olmadığını bir düşünün… Küçük mutlulukların, çıkarsız sevginin, merakların, hayallerin, oyunların olmadığı; yalnızca savaşların, açlığın, nefretin, yoksulluğun, soykırımların hüküm sürdüğü bir yeryüzü… “Güzel” diye nitelendirilen her bir duygunun en saf hâlinden yoksun bir yeryüzü… Demek ki yeryüzünün şekerleri çocuklar olmasaydı gerçekten insanlığın tadı kaçardı. Çünkü mutlu olmayı, anda yaşamayı, tertemiz kahkahalar atabilmeyi en iyi onlar başarabiliyor. En büyük hayalleri de onlar kuruyor: Dünyayı, çağları, yaşamı değiştiren yeniliklerin tamamına yakını bir zamanlar küçük bir çocuğun hayaliydi.

Peki çocuklar tüm bunları nasıl yapıyorlar? İç dünyalarında neler olup bitiyor? Olguları ve olayları algılama biçimleri nasıl? Bu soruların cevaplarını bulabilmek için belki de en doğru adres; çocukların iç dünyalarına ayna tutabilen, bu başarılarıyla klasikleşmiş eserler olacaktır. Biz de dünyaya çocukların çerçevesiz penceresinden bakan çocuk edebiyatı klasiklerinden 10 tanesini sizler için derledik. Meraklıları için şimdiden keyifli okumalar!

1. Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry

Küçük Prens, çocuk bakış açısı ve hayal gücüne ayna tutabilen en başarılı çocuk edebiyatı klasiklerinden biri. Sevginin, saflığın ve hayal gücünün berrak sularında gezdirerek, okura keyifli bir okuma süreci sunuyor. Unutulmaya yüz tutmuş çocuk yanlarına dokunarak yetişkinlere de hitap ediyor.

Uçağı bozulunca Sahra Çölü’nde mahsur kalan bir pilotun ve başka bir gezegenden gelmiş olan Küçük Prens’in yollarının kesişmesi sonucu aralarında gelişen dostluk, Küçük Prens’i daha yakından tanımamızı sağlıyor: Küçük Prens’i ve gezegenini, gülünü, yolculuklarını… Küçük Prens’in Dünya’ya gelmeden önce gittiği gezegenlerde yaşadıkları ve Dünya’daki ilk izlenimleri; okuyanı sevgi, yaşam, var oluş, öncelikler, toplum, otorite gibi konularda düşünmeye sevk ediyor. İçerdiği modern dünya ve modern insan eleştirisiyle birlikte, eserin felsefi niteliğe sahip olduğunu söylemek mümkün. Ama “büyükler” nitelikten çok nicelikle ilgilenir öyle değil mi? O zaman böylesine hacimli bu eserin -hikayeyle bütünlük oluşturan resimleriyle birlikte- sadece 112 sayfadan oluştuğunu söyleyerek onları sevindirelim.

Çünkü “Büyükler sayılara bayılırlar. Diyelim yeni tanıştığınız bir arkadaşınızdan söz ettiniz onlara, asla işin aslıyla ilgili sorular sormazlar. Örneğin, ‘Sesi nasıl? Sevdiği oyunlar hangileri? Kelebek koleksiyonu yapıyor mu?’ demezler hiç. Tutar, ‘Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?’ gibi şeyler sorarlar. Onu sadece bu şekilde tanıyacaklarını sanırlar.” (s. 20)

2. Şeker Portakalı, José Mauro de Vasconcelos

Yazarının “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü” olarak tanımladığı kitapta Zezé adlı beş yaşında, zeki, afacan ve duygusal bir çocuğun yaşamından bir kesit sunuluyor.

Zezé; fakir bir ailenin, yaramazlıkları yüzünden pek sevilmeyen bir çocuğu. Yaramazlıklarının sonucunda sık sık dayak yer. Zezé’nin bir tek arkadaşı vardır, bir şeker portakalı fidanı. Çünkü Zezé’yi tek dinleyen odur. İlerleyen zamanlarda -tatsız bir tanışma yaşamış olsalar da- Portekizli bir yetişkinle de arkadaş olur ve ailesinden görmediği sevgiyi ondan görmesiyle dostlukları pekişir. Zaman, tüm sıkıntılara rağmen, mutlu bir dostluğun esrikliği içinde akıp gitmektedir. Derken ilk büyük hayal kırıklıkları, acılar ve yaşamın çocuklara göstermek konusunda çekingen davrandığı bir başka yönüyle de tanışması sonucu, Zezé’nin çocuk ruhunda tamiri mümkün olmayan yaralar açılır.

Sevgi, dostluk, yoksulluk, acı, ümit temalarının başarılıyla işlendiği kitapta en çok dikkat çeken detaylardan biri de; sevgisiz bir ortamda büyüyen bir çocuğun bir şeker portakalı fidanına ve arkadaşlık ettiği tek insan olan bir yetişkine büyük bir sevgi besleyebilmesidir. Fakat buna çok da şaşırmamak gerek:

“Kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar.” (s. 120)

3. Dünya Çocukların Olsa, Gülten Dayıoğlu

Dünya Çocukların Olsa, yetişkinlerin de severek okuyabileceği, bilim-kurgu türünde bir çocuk kitabı. Çocukların hayalleri ve umutlarını yeryüzü gerçekleriyle başarılı bir şekilde birleştiren bu eser, 1986’da Alman Yayıncılar Birliği tarafından “gençliğe yarın umudu veren” diye tanımlanan dünyaca ünlü üç yüz çocuk kitabı dizisine seçilmiştir.

Kitaptaki dünya üzerinde sadece iki ülke vardır: Avampaka ve Çiruponya. Bu iki ülke arasındaki savaş üzerinden iyilik-kötülük, savaş-barış, özgürlük, sevgi, umut kavramlarının irdelendiği kitapta aynı zamanda nefretin, ayrımcılığın olmadığı, insan onuruna dayalı bir dünya düzeninin yalnızca çocuklarla kurulabileceği tezi savunulur.

Çocukların kuracağı barış dolu, mutlu bir dünya gerçekten mümkün müdür? Eseri okurken buna inanmak istiyor, içten içe “dünya çocukların olsa” diyoruz. Neticede “Hepimiz barış ve özgürlük içinde; savaşsız, kansız bir dünyada yaşamak istiyoruz.” (s. 53)

4. Çizgili Pijamalı Çocuk, John Boyne

Nazi Almanyası’nın karanlık dünyasına dokuz yaşındaki bir çocuğun gözleriyle bakan Çizgili Pijamalı Çocuk, her ne kadar çocuk kitabı olarak yazılmış olsa da konusuyla yetişkinlere de hitap ediyor. Yayınlandıktan kısa süre sonra dünya çapında geniş bir yankı uyandıran kitap, 46 dile çevriliyor ve bugün de birçok ülkede ilgiyle okunmaya devam ediyor. Çizgili Pijamalı Çocuk 2008’de beyaz perdeye aktarılıyor ve birçok ödül alıyor.

Aynı yaşta iki çocuk olan Bruno ve Schmuel’in yolları Auschwitz kampının sınırında kesişir ve aralarındaki tel örgülere rağmen arkadaş olup oyunlar oynarlar. Savaşın, soykırımın, kötülüğün, nefretin farkında olmasalar bile dostlukları pekiştikçe sınırın iki yanındaki farklı dünyaları sorgulamaya başlarlar: Neden bazı insanlar çizgili pijama giyerken, bazıları üniforma giyiyordu? Üniforma giyenleri çizgili pijama giyenlerden üstün kılan neydi?

“Hangi insanların çizgili pijama, hangilerinin üniforma giyeceğine kim karar vermişti?” (s. 97)

5. Momo, Michel Ende

Genellikle masalların yalnızca çocuklar için olduğu düşünülür. Momo, bu düşünceyi çürüten bir eser; çünkü “hem çocuklar hem de yetişkinler için bir masal niteliğinde.” (Die Welt)

Momo, büyük bir kentin tiyatro harabelerinde yaşayan küçük bir kızın adı. Momo’nun sokaklardan buldukları ve kendisine verilenler haricinde hiçbir şeyi yok. Fazlasını da istemiyor zaten. Hırsı bilmiyor. Bu küçük kızın hiç kimselerde bulunmayan, özel bir yeteneği de var: Mükemmel bir dinleyici ve insanları dinlemek için bolca zamanı var. Hem de her seferinde. Arkadaşlarıyla kurduğu heyecanlı oyunlar dışında hiçbir macera yaşamamış olan Momo’nun hayatı, hayaletimsi topluluk, “duman adamlar”ın ortaya çıkmasıyla renkli bir maceraya dönüşüyor. Acaba Momo, küçük hesaplarla insanların zamanını çalan bu topluluğa karşı zafer kazanabilecek midir?

Zamanın değerini vurgulayan kitap, değer verdiklerimize ayırdığımız zamanı da sorgulamamızı sağlıyor. Bunu yaparken dostluğa, insanları dinlemenin, küçük mutlulukların önemine ve sahip olunanın kıymetini bilmeye de değiniyor. Bunlar gibi yaşamlarımızın daha pek çok detayına dokunuyor. Çünkü yaşam, -içimizde ve dışımızda- zaman ayırmayı ihmal etmememiz gerekenlerle anlam kazanan bir olgu. Yüreklerimizin sesini dinleyerek yaşamı da, zamanı da yakalayabiliriz.

“Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.” (s. 65)

6. Küçük Kara Balık, Samed Behrengi

Küçük Kara Balık, denizin derinliklerinde yaşayan ihtiyar bir balığın, 12.000 çocuğu ve torununa anlattığı bir masaldır. Masalda, ırmakta yaşayan bir küçük kara balığın denizlerdeki yaşamı merak etmesi ve keşfetmek istemesi; denize, daha özgür bir hayata ulaşma çabası, zorluklara göğüs germe azmi, amacından yaşamı pahasına vazgeçmemesi anlatılmaktadır. Hayatı, azim ve kararlılığı, mücadeleyi, toplumsal baskıyı çocukların seviyesinde anlatabilmesi; kitabın dikkat çeken, ayırt edici özelliğidir.

Küçük Kara Balık -her yaştan okuyucusuna- hayatın, çocukluğumuzda kendimizi içinde bulduğumuz yaşam biçimiyle sınırlı olmadığını; merak ederek, sorgulayarak, konfor alanının dışına çıkarak ve cesaretle keşfedileceğini öğütleyen modern bir masal.

“Hayat gerçekten bir avuç yerde dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?” (s.13)

7. Pál Sokağı Çocukları, Ferenc Molnár

Pál Sokağı Çocukları, Budapeşte’nin yoksul bir mahallesinden yola çıkıp tüm dünyayı dolaşan bir hikaye. Tüm dünyada severek okunmasını sağlayan en önemli özelliklerinden biri belki de insanı insan yapan değerlerin; saygının, sevginin, vicdanın, dürüstlüğün, onurun çocuklar dünyasındaki yansımasını ders vermeden, fakat dersler çıkarılmasını sağlayarak okuyucuya sunmasıdır. Yazar, çocuk psikolojisi ve davranışlarını başarılı bir şekilde işleyerek, yetişkin okuyucularını da ilk sayfalardan itibaren çocukların dünyasına çekiyor. Her yaştan okuyucunun kendi hayat hikayesinden bir parça bulabileceği kitap, aynı zamanda sadece yetişkinlerin anlayabileceği analojilerle dönemin toplumsal ve siyasal olayları hakkında da bilgi veriyor. İyi kurgulanmış sahneleri, başarılı tasvirleri ve dramatik anlatımıyla kitap, her yaştan okuyucusunu çocukların mücadelesine dahil etmeyi başarıyor.

Eserde, yüksek katlı binalar arasındaki biricik oyun alanı olan arsa için, iki farklı semtin çocukları arasında yaşanan mücadele anlatılıyor. Kum topları ve parlak kağıtlarla sarılı mızraklardan oluşan silahların kullanıldığı bir savaşa dönüşen mücadele, büyük bir acının gölgelediği bir zaferle sonuçlanıyor. Böylece Pál Sokağı Çocukları, ‘savaşın kazananı olmadığı’ gerçeğiyle erken yaşta yüzleşiyor.

Tüm bu savaş, fedakarlıklar, acılar; sadece boş bir arsa için miydi peki? Hayır. Arsa, Pál Sokağı Çocukları için özgürlük demekti:

“Hiçbir zaman yüksek binaların arasına sıkışıp kalmayan sizler, Budapeşte çocukları için boş bir arsanın ne anlama geldiğini anlayamazsınız. Budapeşte çocukları için boş arsa; bozkır, ova, çayır demektir. Bir taraftan artık yıkılmaya yüz tutan tahtaperdelerle, diğer taraflardan da binalarla çevrilen bu bir karışlık toprak, onlar için sonsuzluk ve özgürlük anlamına gelir.” (s. 32)

8. Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Jules Verne

Çocukların dünyasında her bir yolculuk maceralarla doludur. Fakat onların okuyarak çıktıkları bir yolculuk var ki, kendisi başlı başına bir macera: Denizler Altında Yirmi Bin Fersah.

1866 yılında Avrupa ve Amerika denizcilerinin başı dev bir deniz canavarıyla derde girer. Denizlerde sık sık rastlanan garip yaratığın en belirgin özellikleri; bir balinadan daha büyük olması, gizemli ışıklar saçması ve çok hızlı hareket edebilmesidir. Bu devasa yaratık birçok geminin alabora olmasına ve mürettebatının ortadan kaybolmasına neden olur. Amerika Bilim Heyeti, bir deniz hayvanı olduğu düşünülen bu yaratığı bulmak ve ortadan kaldırmak üzere Abraham Lincoln adında bir gemi hazırlar. Açıldıktan bir süre sonra gemi, bu esrarengiz deniz yaratığıyla Japonya açıklarında karşılaşır.. Ve denizin derinliklerindeki binlerce fersahlık yolculuk da, hayal gücünün sınırlarını zorlayan macera da başlar.

Peki gördükleri şey gerçekten bir deniz canavarı mı? Geceleri gizemli ışıklar saçan, tüm gemilerden daha hızlı dev bir canavarın varlığı mümkün olabilir mi?

“Dünyanın çekirdeği neredeyse sürekli olarak değişime uğrarken asla değişmeyen denizler o meçhul derinliklerinde başka çağlara ait bu devasa canlılardan bazılarını muhafaza ediyor olamaz mı?” (s. 18)

9. Ekmek Parası, Muzaffer İzgü

image description

Ekmek Parası, yoksulluğun çocukların iç dünyasında nasıl karşılık bulduğunu okurlarına tüm yalınlığıyla sunan bir hikaye. Umut, sevgi, dostluk temalarıyla; yoksulluk, eşitsizlik, çaresizlik temalarını iç içe işleyerek gerçek yaşamı tüm yönleriyle yansıtmayı amaçlayan bu eser, aynı zamanda yazarın kendi çocukluğunun hikayesi.

Kitap, adını da konusundan alıyor: Bir yandan okula gidip bir yandan ‘ekmek parası’ için çalışan iki kardeşin hayatla mücadelesi. Konusuyla eser, eşitsizliğin ve yoksulluğun sebep olduğu çocuk işçiler gerçeğine de dikkat çekiyor.

Ekmek Parası; okul çıkışlarında oyunlar oynamak yerine ailelerine destek olmak için çalışan iki kardeşin; çaresizliğe, imkansızlıklara, hastalıklara rağmen umutla ve yalnızca çocuklara özgü o bitmez tükenmez sevgiyle yaşama tutunma çabasıdır. Yaşama, insana, ağaca, kuşa, şekere, balona; kısacası her şeye duydukları o saf sevgileri ve umutları, tek dayanakları. Erken yaşta hayatın yükünü sırtlayan küçük bedenleri zaman zaman sararıp solsa da, en güzel güller yine onların çocuk gülüşlerinde açıyor.

“Çocuk dediğin güle benzer; bir gün solar, bir gün açar.” (s. 19)

10. Çocuk Kalbi, Edmondo de Amicis

Çocuk Kalbi, Edmondo de Amicis’in, kendi oğlunun günlüklerinden ilham alarak yazdığı bir çocuk kitabıdır. Eseri bir çocuğun günlüğü şeklinde kurgulayan yazar, başkarakter Enrico ile dünyaya çocuk gözlerle bakabilmiş; çocuklara kendi dünyalarından seslenirken, yetişkin okurlarını da çocukların dünyasına çekebilmeyi başarmıştır. Çocuk Kalbi; çocukların iyiliği, dürüstlüğü, çıkarsız sevgileriyle okuyanın ruhunu sımsıcak saran bir hikaye.

Enrico adındaki bir çocuk, günlüğüne her şeyi yazar. Arkadaşları, öğretmenleri, sosyal çevresi hakkında yazarken hayatı ve insanları keşfetme adına ilk adımlarını da atmaktadır. Enrico’nun hayata dair ilk sorgulamaları ise arkadaşlarının birbirinden farklı yaşamları arasındaki uçurumu fark etmesiyle başlar.

“Senin hiçbir eksiğin olmadığını, onlarınsa her şeyinin eksik olduğunu düşün; sen mutlu olmayı dilerken, onlara ölmemenin yettiğini düşün.” (s.53)

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse Stefan Zweig  yazımıza bakabilir. Ayrıca bizi Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz.

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Önceki

İDAM EDİLEN EN GENÇ İNSAN

Sonraki

İntihar Tarikatı