‘‘Yaşamak için çalışıyoruz, tüketmek için yaşıyoruz. Geriye kalansa çöpten ibaret!’’ sözlerini gerçekliğinde yaşatan biz insanlar, çevreye verdiğimiz tahribatın haddi hesabını bilseydik acaba daha dikkatli olur muyduk? Ne yazık ki bilenlerinde bilmeyenler kadar pasif olduğu bir dünyada yaşadığımız için bu soruya araştırmalar ‘hayır’ cevabını veriyor. Lakin umut vadeden benzer bir sorum daha var; çevreye verdiğimiz tahribatı önlemeye çalışsak ve yeni çözüm modülleri geliştirsek durum çözüme gider mi? Bu soru, uğraşan insan sayısının azlığını düşünmezsek ‘evet’ yanıtını verebileceğimiz bir sorudur. Sorunları sıralamak ise çözümün ilk basamağıdır aslında… Dünya bize söylendiğine göre sürekli gelişiyor ve değişiyor. Ama bu sözde değişim ve gelişmenin sonuçlarını kimse düşünmüyor. Ne de olsa sonuç odaklı olan insan zihni kendi bencil isteklerine cevap veren çözümlerin getirdiği karanlığı görmezden gelmeyi iyi biliyor. Durumun doğadaki örneğini daha iyi anlatabilmek için bal üretiminden, bal arılarından ve sürdürülebilirlik konusundan bahsedeyim biraz…
İnsanların gözünde uygun fiyatlı ve kaliteli görünen ballar çok iyi bir çözüm. Peki, neye çözüm bu? Tüketiciyi mutlu etmek için şeker yerine bal önerilmesi ve çeşitli reklamlarla balın olan olmayan tüm faydalarının insanlara lanse edilmesi gibi bir gerçek ve bu gerçeğin sonucunda nesli ağır kayıplar yaşamaya mahkûm olmuş bir arı canlısı var karşımızda.
Arıların Muazzam Gücü
50000 arının bir haftada 13 kilogram bal yapabildiğini biliyor muydunuz? Peki, 2006’da yaşanan koloni çöküşü krizini biliyor musunuz? Amerika’daki koloniler %50 oranında azalıyor. Çeşitli reklamlarla lanse edilen bal, tüketicinin dikkatini çekmeyi başarıyor ve üretim bu yıllarda iyice düşerken, tüketim hızlı bir artışa geçiyor. ‘‘Balın pazar piyasasındaki fiyatı diğer bütün yiyeceklerin üstündedir ve hiçbir ürün onunla boy ölçüşemez.’’ diyor bal endüstrisinin içinde olan bir üretici. Bal bu kadar değerliyken ve insan da sadece yeni şeyler denemeye bu kadar açken arıların sonu ne oluyor dersiniz? Endüstriyel tarım yüzünden ölüyor arılar. Arılar da bizler gibi bir canlı ve onlarda strese girebiliyor.
Taşıdıkları parazitler ile üretimin aksamasına neden olabiliyorlar. Lakin bu aksaklık bir tek insan için kötü değil. Biz sadece bu sonucu görebildiğimiz için, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyoruz ve böyle yardım etmeye çalışıyoruz arılara. Peki, bu yardımların temelinde çıkarcı bir amaç yatıyorsa sizce nasıl bir yardım oluyor bu? %50-60 oranında kayıp veren bir üretici hemen yapay bir kovan hazırlıyor ve geriye kalan kolonileri bölüştürüyor. Bir kovanı beş veya altı kovana kadar bölüyor. Tabi bu durum mevsime veya ana koloninin gücüne göre değişiklik gösteriyor.
Pragmatik İnsan Eylemleri
Ne de olsa insanız ya, her şeyi düşünebilme yetkisi bir tek bizde var! Kraliçe arıyı bile düşünmüşüz?! Kraliçe arı normalde kendi vücut ağırlığının iki katı kadar yumurtlayabilme yetisine sahip. Hayvan gücü yettiğince yumurtluyor ve bu yumurtlama günde 2000 yumurtaya kadar çıkabiliyor. Ve diğer arılar da onu besliyor. Şimdi gelelim kraliçe arının çektiği zulümlere… Her gün fazla fazla yumurtlaması için arıcılar kovandaki çerçeveyi düzenli olarak değiştiriyorlar. Larvaları da diğer işçi arılar canla başla çalışarak besliyor. Sürekli beslenen larvaları besleme işi bitince, işçi arılar yuvayı kapatıyorlar ve larvalar çalışmaya hazır işçi arılar olarak hücreden çıkıyorlar.
Kapitalizmi doğaya da uyguluyor olmamız çok da şaşırtıcı olmuyor bu noktadan sonra. Böcek ilaçlarının etkilerinden hiç bahsetmiyorum bile. Hele ki tek ürünlü tarımın dönümlerce çiçekli araziyi yok etmesinin sonuçları elbet ki çevredeki arı popülâsyonunu büyük ölçüde etkiliyor. Amerika her yıl 68000 ton bal ithal ediyor ve yılda 72000 ton bal üretiyor. Bu ballar harmanlanıp şirketler için renk ve çeşnisine göre ayrılıp hazırlanıyor.
Çin Piyasasındaki Sahtekarlıklar
Bütün bu koca işlemlerin sonucunda elbet ki sahtekârlıklar oluyor. Bu yazıda sadece Çinli firmaların yapmış olduğu gıda suçlarını anlatsam ve bunlara çözüm getirebilsem dünya daha iyi bir yer olmaya doğru giderdi. Çin dünyanın tarım devi olarak görülüyor. Sürekli fazla olan üretim elbet ki bazı firmaları sahteciliğe götürüyor. Ve bu firmaların balda sahteciliğe başlamaları ise çok vakitlerini almıyor haliyle. İyiler ve kötülerin adeta bir yarış içinde olduğu bu sektör daha çok Almanlar tarafından korunuyor gibi duruyor. Çinliler balı ucuz şuruplarla seyreltmeye yahut katkı maddesi kullanmaya başlıyor. Bunu ortaya Amerika ve Almanya çıkarıyor. Ve Almanya’daki Bremen kökenli QSI şirketi tamamen bu sahtekârlıkları ortaya çıkarmak için çalışan bağımsız bir kurum. Lakin alınan bütün bu önlemlere karşın Çinliler pirinçten yapılan şurubun keşfedilemediğini keşfediyor. Ve yeni bir sahtekârlık oyunu başlamış oluyor…
90’lı yılların sonunda Çinliler 7 milyon kovana sahipti. Bu da Çin’de üretim fazlası ürünler olmasına sebep oldu. Sonra elbet ki yaptıkları en iyi şeyi yapıp bunu başta Amerika olmak üzere diğer ülkelere çok ucuza pazarladılar. Ucuz ve tatlı bir üründen daha güzel ne olabilir ki! Yerel üretici artık derin bir çöküşe geçmişti çünkü yerel üreticilerin ürettiği bal, ithal balın neredeyse iki katı fiyatına satılıyordu. İnsanlarda kalite ve içerik bilgisi okumaktan yoksun olduğu için yahut devlet eliyle fakir ve cahil bırakıldığı için ucuz ve çok olanı almaya yöneliyordu.
Bal Mağdurları Arılar ve Tüketiciler
Bu duruma itiraz eden ve bir araya gelen bal üreticileri 2001’de hükümetin Çin’e fazla gümrük vergisi koymasını sağladı. Böylece Çin’den gelen ballar üç katı fiyatına çıktı. Lakin Çinliler buna da bir çözüm buldu. Çin, ellerindeki üretim fazlası ürünleri önce Amerika’ya yakın ülkelere, oradan da Amerika’ya sokmayı başardı. Bunun trajikomik bir örneğini ise Malezya’da görüyoruz. Çin bir keresinde Malezya’ya 16 bin kilogram bal ihraç etti. Normalde Malezya, tüm arıları bir araya getirse, bu balın %1’inin 1/10’unu ancak üretebilecek kapasiteye sahip bir ülke. Ve Malezya’da bu balı Amerika’ya ihraç etti. Bunun sonucunda olan yine arılara ve tüketicilere oluyor.
Tüketiciler sahte bal yiyor ve bu bal tüm sağlık testlerini geçen bir bal. Bu balların tehlikeli olmadığını kanıtlamak için yapılan hükümet kontrolleri hatırı sayılır miktarda az. Özellikle Amerika gibi bir ülkede, elbet ki bu testleri yaptıran hükümet değil özel şirketler olduğu için bu durumdan yararlananlar oluyor. Laboratuar masrafı ithalatçılar ya da paketleyiciler tarafından ödeniyor.
Bu soruna çözüm güzel bir şirket kurmuş olan Alman QSI şirketi gibi şirketlerin örnek alınması ve yöntemlerinin geliştirilmesi olabilir. Alman QSI şirketinin bulduğu bir diğer yöntemden bahsedeyim sizlere; Nükleer Manyetik Rezonans (NMR). Her atomun manyetik alanını ölçerek bir moleküler parmak izi çıkaran, tek ölçekle çokça veri toplanabilen bir yöntem. Tıpkı bir arı gibi. Bu sayede hangi arının hangi çiçekten bal topladığını bile söyleyebilen muhteşem bir yöntem keşfetmişler. Umuyorum ki uzun vadede sahtekârlıkların önüne geçecek bir yöntem olur bu keşif. Doğayı tahrip etmek yerine onun hareketlerini anlamlandırarak yeni sonuçlar ve çözümler geliştirmek daha iyi olmaz mıydı?
Bal Kapısı Projesi
Para hırsı olduğu müddetçe sahtekârlıklar hep olacaktır. Project Honeygate davasında olduğu gibi. Amerika’nın en kapsamlı besin sahtekârlığı olarak tarihte yer edinmiş kendine. 2008’de Chicago’daki fabrikaya baskın yapılıyor ve her şeye el konuluyor. Şirketin iki yöneticisi Magnus Von ve Stephanie Giesselbach tutuklanıyor. Delilin adı Purchase Order 995. İllegal olan bir balı satışa çıkarıp insanları zehirliyorlar. Yasaklı antibiyotiklerle seyreltilmiş bir bal. Chloramphenicol adlı antibiyotik kullanılıyor. Lakin bu antibiyotik nakliyeyi kolaylaştırmak için değil arıları sağlıklı tutmak için kullanılan güçlü bir antibiyotik türü. İnsanlar için ölümcül sonuçları da beraberinde getiriyor tabi ki.
Bu para hırsı yüzünden hastalanan ve ölen insanlar oluyor. Arıları sağlıklı tutanlar, bir yandan insanları öldürüyorlar. Sizce bu da mı hayvan sevgisi? Önceden de dediğim gibi para hırsı dünyadaki küresel gıda sorununun en büyük nedenidir. Ucuza Afrika’da işçiler çalıştırmak, Meksika’dan iyi avokadoları ihraç etmek için çeşitli sahtekârlık girişimlerinde bulunulması ve insanların hakkının yenilmesi yahut tavuklar gece gündüz yumurtlasın diye ışıklarla ve hava akımlarıyla oynamak bunların hepsi insanın hırsı ile oluşmuş doğa tahrip yöntemleri. Çözümler ne olmalı? Bunları öğrendikten sonra hala gidip marketten içerisine katkı maddeleri karıştırılmış balları mı alacağız yahut 12’li yumurtanın 0.99$’a satılanı ile 3.99$’a satılanı arasındaki farkı mı sorgulayacağız?
Çözüm Sürdürülebilirliği Sağlayabilmek
Diğer çözümlere gelirsek eğer sürdürülebilirliği ele alan etik ve kaynağı bilinen gıdaların tüketici tarafından talep edilmesi gerekiyor. Bu noktada özel şirketlere ve hükümet politikalarına çokça iş düşüyor. Dünyanın daha iyi bir yere gitmesi yalnızca tek bir insanın çabalamasıyla olmayacaktır ama başlangıç adımlarının atılması ve hükümetleri bu önlemleri almaya zorlamak gözünü para hırsı boyamamış olan üreticilerin ve her şeye ucuza sahip olabileceğini düşünmeyen tüketicinin el ele çalışması ile mümkün olacaktır.
Çin’deki bazı firmalardan ve diğer sektörlerle ilgili yolsuzluk yapan firmalardan alımları durdurmak çok zor olmasa gerek. Amerika’nın bu konuda her ne kadar birkaç girişimi olsa da sonuçlar gösteriyor ki denetimler sıkılaştırılmalı, alınan önlemler boşa gitmemeli. Yabancı ülkelerin bu inanılmaz çirkinleşen rağbeti insanların gözleri önünde sergilenmeli, tarımsal baskılar devlet eliyle sonlandırılmalı, hırsızlıklara karşı verilen cezalar caydırıcı olmalı…
Ancak bu şekilde, insanların bir araya gelmesi ve tek yürekten konuşup dünyayı anlamaları ve anlamlandırmaları ile küresel gıda sorunları çözülür. Bu uzun ve zorlu bir süreç olacaktır ama dünyaya bakın! İnsanın evinden çıkmadığı tek bir ayda, doğa kendi kendine yetebileceğini ve yaralarını sarıp daha da güzelleşebileceğini çoktan kanıtladı.
Sonuç olarak bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar… Sağlıklı yarınlara el ele gidebilmek dileğiyle…