Satın Aldığımız Şey Mutluluk Mu?

Bulutsuz bir havada gece gökyüzüne bakın ne kadar çok yıldız var, ne kadar büyük bir evren değil mi? İşte bu koca evrende hepimiz zamanla, bazı yaralar aldık. Bu karanlık gökyüzüne baktığımızda belki daha da hissettik yalnızlığımızı. Sonra kendimize dönüp baktığımızda içinde bulunduğumuz daha küçük bir evrenimiz olduğunu fark ettik. Ailemizi, dostlarımızı, çevremizdeki insanları kapsayan bu küçük evren bize nasıl bakıyorsa biz de kendimizi öyle tanımlarız. Aslında bizi güzel yapan onların bakışlarıdır, kalbimiz onların sevgisiyle doludur. Bu yüzden ne zaman bize küçümseyici, aşağılayıcı bir yaklaşım gösterseler kendimizi değersiz, itilmiş hissederiz. Hayatta çok şey başarmış olsanız da kendinize ait o küçük evren size nasıl davranıyorsa öyle hissedersiniz. Örneğin özgüven gelişimini köstekleyen sosyal çevre ve aileler, insanların fazlaca eğilimli olduğu dışlanmışlık, değersizlik gibi duyguların gelişmesine neden olur. İnsanlar böylelikle oluşmuş yaralarla baş etmek için yıllarca farklı çözümler üretmeye çalışmışlardır.

Günümüzde Değersizlik Hissi ile Başa Çıkmak

Günümüz insanı, manevi açıdan faydası olmadığı gibi maddi açıdan insana zarar veren bir yöntem bulmuştur; içindeki değersizlik hissini bir şeyler satın alarak giderme yöntemi. Yaraya merhem olmak yerine günü kurtarmaya dayalı bu yöntem bir süreliğine mutlu hissettirse de içimizdeki boşluğu dolduramayacaktır. Mesala hangimiz daha iyi çalışacağımızı düşünürek çok güzel kalemler, defterler almıyoruz? Neden insanlar yeni çıkacak olan son model bir telefon için mağazanın önünde kamplar kuruyor? Bazılarımızsa çok pahalı ayakkabılar alıyoruz sportif olabilmek, farklı hissedebilmek için; sonra da o aldığımız telefonlara, kalemlere, saatlere, ayakkabılara bakıp kendimizi işte daha karizmatik daha özgüvenli hissediyoruz. Ancak bu his yeniden bir şey satın alana kadar yavaşça sönümlenen bir döngüye giriyor. Sağımıza döndüğümüzde bir hevesle aldığımız ama çalmadığımız gitarımız, solumuzda tenis raketimiz, kamp çadırlarımız ve tonlarca anlık hevese kurban gitmiş, belki de hiç kullanmadığımız eşyalar.

Minimalist Yaşam

Çağımızın hemen hevesini kaybetme hastalığının mağduru olmuş onlarca eşya, içimizdeki boşluğu doldurmayı da başaramamış bir halde bize bakıyorlar. Mutlu olmak için satın aldığımız bu eşyalar bizi kendimizden uzaklaştırıyor belki de içimizdeki boşluğu daha da büyütüyordu. Bu eşyalar bileklerimizle takılmış zincir gibi bizimle birlikte ordan oraya sürükleniyor, ne zaman bu zincirlerden kurtulmaya başlarsak o zaman hafifliyoruz. Örneğin; girişimci ve yazar David Bruno, 2008 yılında taşınmaya karar verdiğinde çok fazla eşyası olduğunu fark etti ve tüm gereksiz eşyalarından kurtularak 100 eşya ile yaşamaya başladı. Bruno, bu hareketi davidmichaelbruno.com adresinden paylaştı ve binlerce kişi Bruno’nun projesine katılarak hayatına 100 eşya ile devam etmeyi seçti. Bruno daha sonra bu deneyimini anlattığı ‘100 Thing Challenge’ isimli bir kitap da yazdı. Dünyada Bruno’nun hikayesi gibi binlerce hikaye var. Bizim kendimize sormamız gereken soru ise: ’’Şu an bunu almaya gerçekten ihtiyacım var mı?’’ Sizce gerçekten o eşyalara ihtiyacımız var mı yoksa içimizde halletmemiz gereken başka mevzular mı var? Eğer o eşyaların içimizdeki boşlukları dolduracağını düşünüyorsak büyük bir yanılgı içerisindeyiz. Bu boşlukları gerçekten dolduracak alternatif yollar düşünmeliyiz; kendimizi keşfetmek gibi. Gerçekten ilgi duyduğumuz şeyler neler, ne işe uğraştığımızda sıcacık hissediyoruz? Hani meşhur bir söz vardır; ’’Aramakla bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır.’’ Kendinizi bulun, fazlalıklarınızı atın, sonrasında yavaş yavaş azalmanın ve hafiflemenin tadını çıkarın!

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Önceki

Maradona ve Bir Savaşın İntikamı

Sonraki

Kitlesel Silah: Toplum Mühendisliği